ÇANAKKALE SAVAŞI KÜNYESİ
Bu savaşın Türk tarihinde önemi ve yeri çok büyüktür. Tarih boyunca Türkler hep savaş veren hep mücadele eden bir millet olmuştur. Tam düşmanları artık bunlar iflas etti artık bu sefer yok edeceğiz diye kapımızı çaldıklarında hep kapı yüzlerine çarpmıştır. İşte Çanakkale'de bunların en önemlilerinden birisidir. Modern silahlarla donatılmış ordunun karşısında, ateş almaz tüfeklerle, patlamaz toplarla, yalın ayak, aç bir mide ile kazanılmış bir zaferdir Çanakkale. Mustafa Kemal gibi bir büyük insanın tarih sahnesine çıktığı, Seyit Onbaşının 230 okka gülle ile koca gemiyi sulara gömdüğü, Kurşunların havada çarpıştığı, Türk'ün kahramanlığının resmi bir vesika olduğu savaştır Çanakkale. O sene memleketteki liselerin ve üniversitelerin çoğu mezun verememiş çünkü hepsi savaşta şehit olmuşlardır. Toplam savaşta verilen şehit sayısı kesin olarak bilinmemekte fakat tahminlere göre 500.000'in üzerindedir. Mustafa Kemal Paşa'nın dediği gibi savaşmaya değil ölmeye gelmiş bir millet ve tamamen çıkar amaçlı işgale gelmiş bir ordu. Karşıdan bakıldığında garip ama sonucu tamamen gerçektir.
Günümüzde Çanakkale bütün insanlar tarafından ziyaret edilen, Orada yaşanan dramı ve kahramanlık ruhunu hissetmek için o havası içe çekilen bir yerdir. Her santiminde bir şehit yatan, her zerresi şehit kanıyla sulanmış, şanlı bir yerdir Çanakkale. Görebildiğimiz her yerde onların yaşadıkları yazılmaktadır. En etkileyici olanlarından biriside günlük yemek listesidir. Şimdi yemek seçen, çöpe tonlarca gıda atanlara ibret belgesi olarak gösterilmesi gereken, yeni yetişen çocuklarımızın beyinlerine kazımamız gereken bir yemek listesi.
Çanakkale Destanı 43. Alay Yemek Listesi
15 Haziran Sabah: Üzüm hoşafı Öğle: Yok Akşam: Yağlı Buğday çorbası, ekmek
16 Haziran Sabah: Yok Öğle: Yok Akşam: Üzüm Hoşafı, ekmek
17 Haziran Sabah:Üzüm hoşafı Öğle: yok Akşam: yarım ekmek
18 Haziran Sabah:Yarım ekmek Öğle: yok Akşam: şekeriz üzüm hoşafı
19 Haziran ordu emri ile ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir.
Bu savaştan Türk insanından sonra en çok zayiatı Avusturalyalı ve Yeni Zelandalı askerler vermiştir. Yaklaşık 25.000 askerini Çanakkale' bırakıp gitmişlerdir. Fakat Atatürk 1934 yılında yayınladığı mesajda; Ey kahraman askerler rahat uyuyunuz. Burada dost toprağındasınız. Diyerek iki ülke arasındaki dostluk ortamı oluşmasını sağlamış, ve her yıl gelip askerlerini anmalarını sağlamıştır. Hala her sene Anzakların torunları gelirler ve atalarını mezarları başında anarlar. Bu olay dünyaya Türklerin ne kadar üstün bir millet olduğunu göstermiş, Çanakkale'de hezimete uğrayan İtilaf Devletleri için ise askeri bir utanç, beceriksizlik ve Felaket sembolü olarak sayılmıştır.
ÇANAKKALE ŞİİRLERİ
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmaraya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
17 MART 2014